dimarts, 10 de novembre del 2015

Ankara’daki saldırı ve devlet terörü

Türk Devleti, her daim uyguladığı zulmün ve şiddetin üstünü kapatmaya çalışmasından, yahut elde kesin belgelerin olmaması algısıyla yaşananları bir “faili meçhule” götürmesiyle biliniyor.

10 Ekim’de Ankara’da düzenlenen Barış Yürüyüşünde ard arda meydana gelen patlama, katliama yol açtı. Yürüyüşün amacı, Haziran seçimlerinden sonra muhafazakar hükümet partisi AKP tarafından tekrar alevlendirilen, PKK ile Devlet güçleri arasında yaşanan çatışmaların son bulmasını sağlamak, bunun çağrısını yapmaktı. Barış iradesi göstermekti. Yaşanan saldırı, ülkenin tarihindeki en vahşi, en vahim sonuçlara yol açan olaylardan biri olarak kayıtlara geçti. Hükümet yetkililerinin açıklamalarına göre 95 ölü, 246 yaralı, HDP’nin açıklamalarına göre ise 128 ölü, 400 yaralı ve haber alınamayan/teşhis konulamayan 128 kişi.


Ayrıntılar ortaya çıktıkça, yaşanan saldırıların açık bir şekilde devlet terörü olduğu da netleşiyor. Olaylardan sonra tüm ülkede yapılan eylemlerde en çok duyulan slogan: ‘Katil Erdoğan!’ sorumluları işaret ediyor. Bu noktada, öncelikle İslam Devleti olarak bilinen örgütü ana aktör veya sorumlu belirlemek hayli zor. Çünkü bilindiği gibi bu örgütün sayısız kıyımı ve terör eylemi mevcut, ancak tüm bu eylemlerini bilinçli bir korkutma/sindirme propagandası olarak tüm yayın organlarında duyuran, sahiplenen bir yapıdan söz ediyoruz. Oysa Türk Devleti, her daim uyguladığı zulmün ve şiddetin üstünü kapatmaya çalışmasından, yahut elde kesin belgelerin olmaması algısıyla yaşananları bir ‘faili meçhul’ e götürmesiyle biliniyor.
  1. İlk madde çok açık. Kürtlerin mücadelesini destekleyen ve yanında olan Türkiye sosyalist hareketine karşı yapılan Suruç saldırısında da gördüğümüz gibi, eylemleri üstlenen bir grup veya örgütlenme mevcut değil. Aynı şekilde 5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır mitinginin bombalanması örneğini verebiliriz.
  2. Saldırıların başka bir motifi haline gelen, patlayıcıların içine yerleştirilen bilye, metal parçaları. 3 saldırıda da aynı örneği görüyoruz. Diyarbakır, Suruç ve son olarak Ankara’da, tüm saldırılar bilinçli bir şekilde, toplanan kitleleri hedef alıyor.
  3. Emniyet güçleri, bu saldırılara ilişkin yaptığı her açıklamada, ölen insanların sayısını azaltmaya çalışmıştır. Alanda bulunan yaralılara giden yardımların önünü kesmiş ve engellemiştir. Türk Tabipler Birliğinin açıklamasında ‘Alanda bulunan yaralılara, polis tarafından atılan biber gazı sebebiyle yardım edemedik’ sözleri yer almıştır. Aynı şekilde alana girmek isteyen ambulanslar bilinçli bir şekilde bekletilmiş, birçok yaralı özel araçlar ve taksilerin yardımıyla hastanelere ulaştırılmıştır. Bunlar yetmezmiş gibi yaralılar ve onlara yardım etmeye çalışanlar çevik kuvvetlerin saldırısına maruz kalmıştır. Maalesef bu ve benzeri uygulamalar, güvenlik güçlerinin özellikle Türkiye Kürdistanında sıkça başvurduğu pratiklerdir.
  4. Bir başka dikkat çekici ayrıntı ise, bu patlamaların hükümetin kalesi Ankara’da meydana gelmesidir. Tahmin edilebileceği gibi, Ankara’nın göbeğine elini kolunu sallayarak bombalarla girip bu eylemi Devletin, İstihbaratın haberi olmadan yapabilmek, imkansızdır. Ayrıca her daim kitleleri taciz eden, bir müdahele durumu dışında bile kitlenin içine kadar giren güvenlik güçleri, bu saldırı yaşandığında ortada yoktur ve patlamalardan etkilenen, yaralanan tek bir polis mevcut değildir.
  5. Yapılan açıklamalar, hükümetin ‘ağıtlarının’ sahteliğini gözler önüne seriyor. Su işleri Bakanı Veysel Eroğlu orada bulunan eylemcilerin adeta öldürülmek için çevreyi tahrik ettiklerini, bu yürüyüşünde aslında bir ‘terör eylemi’ olduğunu söylemiştir. Devamında ‘ Biliyorsunuz daha önce Diyarbakır’da seçimlerden önce sırf barajı aşsın diye, mağdur görünsünler diye böyle bir provokatif eylem yapıldı’ sözlerini sarf etmiştir. Aynı şekilde Adalet Bakanı, ona yöneltilen istifa sorularını gülerek yanıtlamış, hükümet saldırılara ilişkin yayın yasağı koymuştur. AKP’li Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’te benzeri açıklamalarla HDP’yi suçlu göstermek istemiş, bu sayede sempati toplamaya çalıştıklarını iddia etmiştir.
  6. Saldırıların hizmet ettiği kesim hükümettir. Seçimlerde HDP’nin barajı geçmesi ile tek başına hükümet olamadıkları için Suruç sonrasında yeni bir seçim çağrısı yapan hükümet, yaşanan istikrarsızlığı da kendi lehine kullanmaktadır.

6.1) Diyarbakır: Seçimlerden kısa bir süre önce, Erdoğan ve hükümeti, kendini Kürt hareketine bir alternatif olarak gösterme ve güç kazanma pahasına şiddeti tırmandırmıştır. Böylece istikrarsız bir ortam yaratıp kendilerini de istikrarı sağlayacak olan taraf olarak tanıtmıştır. Bu sayede HDP’nin özgürce siyaset ve faaliyet yürütemediği tehlikeli bir ortam yaratılmış ve ‘Neo- Osmanlı Sultanı’ asi kürtlere karşı mücadele veriyor şeklinde ironik bir durum ortaya atılmak istenmiştir.

6.2) Suruç: Seçimlerden hemen sonra gerçekleşen bu saldırı ile, AKP tekrardan Kürt Hareketi ile çatışmaların başlatılması zeminini yakalamıştır. Bu sayede çatışmasızlık ve siyaset yürütebilme için mücadele eden HDP, tekrardan Devlet güçleri ve Gerillalar arasında yaşanan çatışmaların arasına sıkışmıştır. Buradan kazançlı çıkan; yine AKP.

6.3) Ankara: Ve şimdi yaşanan bu üçüncü saldırı da, aynı imzayı ve izleri taşıyor. AKP dökülen kanlar karşılığında kendisine istediği oylar ile, yine kendisini ‘barış-yapıcı’ olarak göstermek istiyor. Ankara sokaklarında protesto eylemlerinde bulunduğumda, duyduğum sloganlar ‘İntikam’, ‘Adalet’ , veya ‘Yeter’ değildi. Bu sloganların yerini ‘Katil AKP’ , ‘Katil Erdoğan’ sesleri bastırdı.

Jordi Vàzquez
Umut Gazetesi

*Bu yazı 14 Ekim 2015 tarihinde “Los atentados de Ankara son terrorismo de estado” ismiyle Nueva Revolution‘da yayınlanmıştır (Umut Çevirileri – Arjen İletmiş)

0 comentaris:

Publica un comentari a l'entrada